Zonguldak



Cehennemağzı Mağaraları (Karadeniz Ereğlisi): Antik Çağa ait arkeolojik kaynaklarda "Acheron-Akheron Vadisindeki Mağaralar" adıyla geçen Cehennemağzı Mağaraları, (Kehanet Mağaraları) Ereğli'nin geçmişte Ayazma olarak adlandırılan İnönü Mahallesinde olup, dört mağaranın ortak adıdır.
Cehennemağzı Mağaraları, Yunan Mitolojisine konu olmasıyla birlikte, Hıristiyanlığın yasak olduğu dönemlerde gizli yapılan tapınmalar için kullanıldığı sanılan ilk ibadet merkezlerinden biridir.

Cehennemağzı Mağaralarının Mitolojik ve Dinsel Önemi: İnsanın doğaya karşı yenilmez dayanma ve saldırma gücünü simgeleyen Herakles'e, Eurstheus tarafından verilen on iki görevden sonuncu ve en güç olanı, Cehennem Köpeği Kerberus'un hiç bir ölümlünün bir daha geriye dönemediği Ölüler Ülkesi'nden (Hades) kaçırılmasıdır. Herakles, Altın Postu aramak üzere yola çıkan Argo gemicileri ile birlikte Ereğli'ye gelir. Hermos ve Athena'nın da yardımıyla, kimi anlatımlara göre üç başlı ve yılan kuyruklu Kerberus'u yeryüzüne çıkarır. Eurystheus'un Kerberus'u gördüğünde çok korkması üzerine, Herakles onu Ölüler Ülkesine geri bırakır. Herakles'in Kerberus'u kaçırmak için Ölüler Ülkesine indiği yer Cehennemağzı Mağaralarıdır.
İlk çağın en önemli kehanet merkezlerinden birinin bu mağaralar olduğu bilinmektedir. Diğeri ise Yunanistan'ın Delpahai Kentindedir.
Bir başka söylenceye göre, şehrin tekfurunun kızı, hizmetkarına aşık olur ve evden kaçar. Cehennemağzı Mağaralarındaki kız-oğlan odasına saklanır. Cehennem zebanisi kendisini korur. Mağaraya giremeyen tekfur "Taş olun!" der, kız ile oğlan taş kesilir.

Van


Hüsrev Paşa Cami (Merkez): Eski Van şehrinde bulunan cami, Kanuni Sultan Süleyman'ın vezirlerinden Van Beylerbeyi Hüsrev Paşa tarafından yaptırılmıştır. Caminin 1567'de yaptırıldığı kapısındaki kitabeden anlaşılmaktadır.
Kaya Çelebi Cami (Merkez): Eski Van şehrinde 1592 yılında Van eşrafından Çelebizade Koçi Bey tarafından yapımına başlanılmış, aynı aileden Cem Dedeoğlu Mehmet Bey tarafından tamamlanmıştır.
Çarpanak Kilisesi (Çarpanak Adası-Merkez): Van Gölünün kuzeydoğusunda, Çitoren Koyu civarında bulunan adaya, Van merkez iskelesinden 1 saat 40 dakikalık motor yolculuğuyla ulaşılmaktadır. XII. yy. başlarında yapılan Çarpanak Kilisesinin, taç kapısı geometrik pano ve haç dizileri ile süslenmiş, görülmeye değer yerlerden biri olarak tüm ihtişamı ile güzelliğini korumaktadır.
Celme Hatun Kümbeti (Gevaş): Gevaş İlçesinin girişinde bulunan Selçuklu mezarlığındaki bu türbe, Karakoyunlular döneminde 1358 yılında İzzettin Şir'in kızı Celme Hatun adına yapılmıştır. Selçuklu Kümbet Mimarisinin izlerini taşımaktadır. Tahminen XIV. yy. başlarından XVI. yy. sonlarına kadar kullanılmış olan bu mezarlıkta prizmatik lahitler ve mezarlar bulunmaktadır. Selçuklu mezarlığı ve Celme Hatun Türbesi tam bir "Açık Hava Müzesi" görünümündedir.
Akdamar Kilisesi (Akdamar Adası-Gevaş): Van'dan 55 km uzaklıkta olup, Van-Tatvan karayolundaki iskeleden 20 dakikalık bir motor yolculuğundan sonra kiliseye ulaşılır. 915-921 tarihleri arasında Vasparakan Hanedanı I. Gagig tarafından yaptırılmıştır. Dört yapraklı yonca planı biçiminde inşa edilmiş olan kilisenin sarımtırak kesme taşlardan oluşan örgüsü muntazam bir işçilik sunmaktadır.
İç duvarlarında fresk, dış duvarlarında ise kabartmalar bulunmaktadır. Bu kabartmalarda, Adem ile Havva, Yunus Peygamber ve oğlu İsmail, Davut ile Golyat gibi hikayeler kompoze edilmiştir. Ayrıca kilisenin üst tarafında dış duvarları çepeçevre dolaşan üzüm salkımları ve asma yapraklarından oluşan bir friz ile çeşitli hayvanların konu edildiği kabartmalar vardır.
Aliyar Kümbeti (Erciş): Erciş İlçe Merkezi girişinin güneyinde yer alan kümbetin, Karakoyunlu Şahlarından Aliyar Beye ait olduğu tespit edilmiştir.

Trabzon


Büyük İmaret Cami (Hatuniye/Ayşe-Gülbahar Hatun Cami-Merkez): Yavuz Sultan Selim'in annesi Ayşe-Gülbahar Hatun adına 1514 yılında Zagnos Köprüsünün yakınında bir külliye içerisinde yaptırılmıştır. Bu caminin, Trabzon'daki Türk eserleri arasında özel bir yeri vardır. Erken devir Osmanlı Mimarisinde ayrı bir plan tipi oluşturan "Zaviyeli Camiler" grubuna girmektedir. Zaviyeli camilerde görülen 'avlu' kısmı bu camide yoktur. Duvar işçiliği önemlidir. Batı tarafındaki minare klasik Osmanlı minareleri tarzındadır.
Fatih Cami (Ortahisar Cami,Panaghia Chrysocephalos Kilisesi-Merkez): Trabzon'un en önde gelen kilisesi olarak tanımlanan bu yapı, Ortahisar mahallesindedir. Roma İmparatoru Konstantin'in (M.S. 325-364) yeğeni Hanmibalianos tarafından, eski bir Roma tapınağı üzerine inşa ettirildiği sanılmaktadır.
"Komnenlerin Katedrali" olarak bilinen kilise, Meryem Anaya ithaf edilerek, "Altınbaş" diye adlandırılmıştır. Kiliseye bu ismin verilmesinin nedeni, yarım daire biçimindeki kümbetinde (apsis)bir metre çapında bir çerçeve içinde bulunan Meryem Ananın başındaki harenin altından kaplanmış olmasıdır. 1461 tarihinde Türk'lerin Trabzon'u ele geçirmesinden sonra camiye çevrilmiştir. Bazı araştırmacılar kiliseyi, İstanbul'daki Ayasofya'ya benzetir.
Çarşı Cami (Merkez): Kemeraltı Çarşı mahallesinde bulunan bu cami, Trabzon'un en büyük camisi olup, Trabzon Valilerinden Hazinedarzade Osman Paşa tarafından 1839 yılında yaptırılmıştır.
Yapıda muntazam bir taş işçiliği göze çarpar.
İskender Paşa Cami (Merkez): Trabzon Belediye binasının arka tarafında, Taksim Meydanındadır. XVI. yüzyılda Trabzon Valisi İskender Paşa tarafından yaptırıldığı bilinir. Değişik zamanlarda ilaveler yapılan cami, çok iyi bir taş işçiliğine sahiptir.
Ayasofya Kilisesi (Haghia Sophia Kilisesi-Merkez): Trabzon'un batı yönünden 2 km uzaklıkta bulunan bir manastır kompleksi içinde yer almaktadır. Trabzon'daki Komnenos Devleti krallarından I. Manuel zamanında 1238-1263 yıllarında yapıldığı kabul edilmektedir. Kuzeydeki dört sütunlu ve üç apsisli şapel yapıdan daha eskidir.
Trabzon Ayasofyası bölgenin son Bizans devri yapılarının en önemlilerindendir. III. Murat zamanında ve 1670 yılında Beylerbeyi Ali Bey tarafından camiye çevrilen kilise, 1958-1962 yılları arasında Edinburgh Üniversitesi ile Vakıflar Genel Müdürlüğü işbirliği sonucu restore edilerek 1964 yılında müze olarak ziyarete açılmıştır.
Çok iyi bir taş işçiliğine sahiptir. Taş süsleme ve fresk bakımından çok zengindir.
Kilisede; Adem ile Havva'nın cennetten kovulmaları, tahta oturmuş Meryem, Hz. İsa'nın göğe çıkışı, doğumu, mucizeleri, son akşam yemeği ile cehenneme inişi, vaftiz, İncil yazarlarının sembolleri gibi tasvirler, ayrıca tek başlı kartal, hayali yaratıklar geometrik bitkisel süslemeler ve kuş figürleri bulunmaktadır. Özellikle batı cephesindeki mukarnaslı nişler, sütun başlıkları, kuzey cephedeki geometrik kompozisyonlu madalyonlar Selçuklu taş süslemeciliğinin örnekleridir.
St. Anna Kilisesi (Küçük Ayrasıl Kilisesi-Merkez): Trabzon'da Maraş Caddesi üzerinde bulunan kilise, şehrin en eski kiliselerinden biri olup, üç nefli bir bazilikadır.
Giriş kapısında bir Bizans kabartması ile 884-885 tarihinde I. Basil zamanına ait onarım kitabesi bulunmaktadır
Santa Maria Kilisesi (Merkez): Kilise, Sultan Abdülmecid'in emriyle 1869-1874'de Trabzon'a gelen yabancıların yararlanması için yapılmış olup, işlevini günümüzde de sürdürmektedir.
Zengin süslemeleri, kuzey ve batı duvarlarındaki St. Andrew, St. Peter ve St. Eugenius betimleri ile ilgi çeker.
Vazelon Manastırı (Maçka): Maçka'ya 14 km mesafede çam ormanları arasındadır. Manastırın kesin kuruluş tarihi bilinmemekle beraber, bazı araştırmacılar bunun M.S. 270-317 yılları arasında olabileceğini ifade etmektedirler. İmparator Jüstinianus tarafından 565 yılında onarılan manastır, zamanımıza kadar bir çok tamir ve tadilat görmüştür.
Vazelon Manastırı, XIII. yy.dan sonra Maçka'nın dini, kültürel ve ekonomik yapısında etkili olmuştur. Sumela Manastırı'nın da, yörenin en zengin manastırı olan Vazelon Manastırı'nın gelirleri ile yaptırıldığı söylenir. Üç nefli kilisenin kuzey dış duvarlarında yer alan cennet, cehennem ve son hüküm tasvirlerinin konu edildiği freskler, canlılık ve güzelliklerini halen korumaktadır. Yahya Peygembere adanan manastrı 1923 yılında terkedilmiştir.
Sumela Manastırı (Meryem Ana Manastırı-Maçka): Maçka ilçesinin 17 km güneyinde, Meryem Ana Deresi vadisinde ve vadi tabanından 250 m yükseklikte, duvar gibi dik bir yamacın ortasındaki bir mağara içerisinde inşa edilmiştir. Zigzaglar çizilerek yapılan zorlu bir tırmanıştan sonra ulaşılan noktadaki muhteşem manzara, bütün zahmete değecek niteliktedir. Manastırın ilk kuruluşuna dair muhtelif rivayetler vardır. Bunlardan en yaygın olanı: Atinalı Keşiş Barnabas ile yeğeni Sophrenios'un kilisenin ilk temelini attığıdır. Sumela Manastırı, ilk kuruluş döneminden itibaren, St. Luke tarafından yapıldığı ve mucizeler yarattığı söylenilen bir Meryem Ana tablosu ile özdeşleştirilmiştir. Rivayete göre; Barnabas ile yeğeni Meryem Ana ve Hz. İsa'nın çocukluğunu belirten, St. Luke tarafından yapıldığı söylenen bir tabloyu da yanlarına alarak, Trabzon'a gelirler. Burada, manastırın yapılmasında kendilerine yardımcı olacak gönüllü işçileri topladıktan sonra, bugünkü Maçka ilçesinde Değirmendere (Pyxites yöresindeki Altındere) ye ulaşırlar. Kora dağlarının en dik yamacına çıkan keşişler, tepesinden su damlayan bir mağara bulunca manastırı burada ilk önce iki oda olarak kurarlar (M.S. 385). İki keşişin kurdukları iki odalı manastır, keşişlerin ölümünden sonra (412 yılı dolayları) hem Katolik, hem de Ortodoks mezheplerinden olan Hıristiyanlarca kutsal bir tapınak olarak kabul ediliyor.
İstanbul, Batı Roma imparatorluğundan ayrıldıktan sonra, Bizans İmparatoru Jüstinyen (527-568) hem Trabzon'un tahkim edilmesini, hem de bu manastırın genişletilmesini emrederek, buraya zengin bir kitaplık hediye ediyor.
Fatih Sultan Mehmet 26 Ekim 1461'de Trabzon'u fethettiği zaman, İstanbul'da olduğu gibi Trabzon'da da bir çok kiliseyi ve bu arada Trabzon'un Ayasofya Kilisesi ile Sumela Manastırını da korumuş ve hatta toprak ve altın ihsanında bulunmuştur.
Yavuz Sultan Selim döneminde, bir gün avlanırken hastalanan Sultan, Meryem Ana Manastırına çıkarılarak rahipler tarafından tedavi edilir. İstanbul'a dönüp, tahta çıktığında, büyük bir kadirşinaslık ile bir zamanlar kendisini tedavi eden rahipleri ve manastırı unutmayarak, onlara da hem altın, hem arazi ve hem de boyları 1.5 m olan dört altın şamdan ihsan eder.
III. Sultan Ahmet, 1710'da Manastırın iç duvarlarının onarılması ve fresklerin yenilenmesi, I. Sultan Mahmut ise, 1740'da diğer bölümlerdeki fresklerin yeniden yapılması için emir verip masraflarını da karşılamışlardır. XIX. yüzyılda rahiplerin sayısı yüze ulaşmış ve sahip oldukları arazi Sultan Abdülhamid'in ihsanları ile daha da genişletilerek, manastırın çevredeki 15 köyün sahibi olması sağlanmıştır.
Karadeniz bölgesinin en eski Hıristiyan tapınağı olan Meryem Ana Manastırının önemi: Doğanın eşsiz güzellikteki bir yerinde çok ilginç bir yapı olmasından ve çeşitli devirlerde yapılan duvar ve tavan süslemelerinden kaynaklanır. Manastır iki bölümden oluşur. Birinci bölümde tapınma yeri, kayadan üçlü olarak damlayan suyun düştüğü yerde bir ayazma ve 3-4 tane küçük kilise (şapel) bulunmaktadır. Tapınak yerinin içi ve dışı İncil'den alınmış konuların freskleriyle süslenmiştir. İkinci bölümü ise giriş kapısını geçip, içerdeki basamaklardan inerken, sağdaki yatak odaları, salonları, kitaplıkları, kilerleri, erzak odaları ve helaları kapsayan dört kattan oluşmuştur. Odaların, kayıtlardan 72 oda olduğu anlaşılmaktadır. Manastırın bu bölümüne dışardan 96 basamakla çıkılmaktadır. Her yıl 14 Ağustosta ayin yapılmaktadır. Manastırda restorasyon çalışmaları sürdürülmektedir.

Urfa


Ulu Cami (Merkez): Urfa merkezindeki camilerin en eskilerindendir. Eski bir sinagog iken M.S. 435-436'da ölen Piskopos Rabula tarafından St. Stephon Kilisesi'ne dönüştürülmüştür. Kırmızı renkteki mermer sütunların çok olması nedeni ile "Kızıl Kilise" olarak da adlandırılan yapının yerine, 1170-1175 yıllarında Nurettin Zengi tarafından inşa edilmiştir.
Anadolu'daki çok ayaklı camiler grubunda olup, payeler üzerinde kıble duvarına paralel üç sıra çapraz tonozlarla örtülü, yatık dikdörtgen planlıdır. On dört sivri kemerli avluya açılan ve payeler üzerine duran çapraz tonozlarla örtülü son cemaat yeri, Anadolu'da ilk kez Şanlıurfa Ulu Cami'nde kullanılmıştır. Yapının sekizgen çan kulesi bugün minare olarak kullanılmaktadır.
Hz. İbrahim'in Doğduğu Mağara Ve Mevlid-İ Halil Cami (Merkez): Hz. İbrahim, Mevlid-i Halil Cami avlusunun güneyinde bulunan mağarada doğmuştur. Rivayete göre devrin hükümdarı Nemrut, bir rüya görür. Sabah rüyasında gördüklerini müneccimlerine anlatır. Müneccimlerin "Bu yıl doğacak bir çocuk senin saltanatına son verecektir" demesi üzerine Nemrut, halkına emir salarak o yıl doğacak bütün erkek çocukların öldürülmesini ister.
Sarayın putçusu Azer'in hanımı bu mağarada gizlice Hz. İbrahim'i dünyaya getirir. Hz. İbrahim 7 yaşına kadar bu mağarada yaşamıştır. Hz. İbrahim'in doğduğu mağaranın içerisinde bulunan suyun, şifalı olduğuna ve bir çok hastalığı iyileştirdiğine inanılır.
Balıklı Göl (Halil-ür Rahman ve Ayn-ı Zeliha Gölü-Merkez): Şehir merkezinde olup, içindeki balıklar, etrafındaki asırlık çınar ve söğüt ağaçları ile tabii bir akvaryum görünümündedir. Göller, Ayn-ı Zeliha ve Halil-ür Rahman olmak üzere iki tanedir. Hz. İbrahim Peygamber'in, devrin hükümdarı Nemrut ve halkının taptığı putlarla mücadele etmeye ve onları kırıp parçalayarak tek tanrı fikrini savunmaya başlaması üzerine Nemrut tarafından bugünkü Şanlıurfa Kalesi'nden ateşe atılır. Bu esnada Allah tarafından "Ey ateş İbrahim'e karşı serin ve selamet ol" emri üzerine ateş suya, odunlar da balığa dönüşür. Hz. İbrahim'in düştüğü yere "Halil-ür Rahman Gölü" denilir. Nemrut'un evlatlığı Zeliha da, Hz. İbrahim Peygamber'e aşık olur. Hz. İbrahim Peygamber için babalığı Nemrut'a yalvarır. Hz. İbrahim'in ateşe düştüğünü görünce Zeliha da kendini ateşe atar. Zeliha'nın düştüğü yere de Ayn-ı Zeliha Gölü denir.
Hz. Eyyüp Peygamber ve Makamı (Merkez): Hz. Eyyüp peygamberin, M.Ö. 2100 yılında Suriye'de Şam ile Ramla arasında üst diyarı denilen ülkenin Desniye köyünde dünyaya geldiği rivayet edilmektedir. Cüzzam hastalığına tutulan Eyyüp Peygamber, Rahime adlı karısı ile mağarada çile çekmeye devam ederek Allah'a ibadetten vazgeçmez. Bütün ıstıraplarına rağmen Allah'a asi olmaz. Sonunda, Eyyüp Peygamber imtihanı kazanır, Allah tarafından belirtilen şifalı su ile yıkanarak iyileşir, hanımı ile kendisine mal ve evlat ihsan edilerek daha sonra uzun müddet yaşar. Şanlıurfa merkezinde bulunan Hz. Eyyüp peygamberin çile çektiği mağara, Eyyüp Peygamber Makamı olarak ziyaret edilmektedir.
Eski Ömeriye Cami (Merkez): Şanlıurfa merkezinde bulunan bu caminin, mevcut kitabeleri onarım devrine ait olduğundan inşa tarihi bilinmemektedir. Halk arasında adına dayanılarak caminin Hz. Ömer tarafından yaptırıldığı söylenmektedir. Son cemaat yerinin doğu duvarında yer alan kitabede caminin 1301 tarihinde Muhammed Ağa tarafından tamir edildiği yazılıdır. Bu kitabedeki tarih Ömeriye Caminin Urfa'nın en eski camilerinden biri olduğunu göstermektedir.
Halil-Ür Rahman Cami (Döşeme Cami-Makam Cami-Merkez): Halil-ür Rahman Gölünün güneybatı köşesinde yer alan cami, medrese, mezarlık ve Hz. İbrahim'in ateşe atıldığında düştüğü makamdan meydana gelen bir külliye halindedir. Cami, M.S. 504 tarihinde (Bizans dönemi) Urbisyus'un maddi yardımlarıyla monofistler adına yaptırılan Meryem Ana Kilisesi üzerine XIII. yy.da Eyyübiler devrinde inşa edilmiştir. Caminin güneydoğu köşesine bitişik kare gövdeli kesme taş minarenin batı cephesindeki kitabede, Eyyübilerden Melik Eşref Muzafferiddin Musa'nın emriyle 1211 yılında yaptırıldığı yazılıdır.
Rızvaniye Cami (Zulumiye Cami-Merkez): Halil-ür Rahman Gölünün kuzey kenarında yer alan cami, Bizans devrine ait St. Thomas Kilisesi'nin yerine Osmanlıların Rakka Valisi Rızvan Ahmet Paşa tarafından 1716 yılında yaptırılmıştır.
Hz. Eyyüp, Hz. Elyasa ve Rahime Hatun Türbeleri (Eyyüp Nebi Köyü-Viranşehir): Hz. Eyyüp Peygamberin mezarının, Viranşehir ilçesinden 12 km uzaklıkta Eyyüp Nebi Köyü'nde olduğu rivayet edilmektedir. Hz. Eyyüp 7 yıl çile çektikten sonra kendisine Allah tarafından nail olunan şifalı su ile yıkanıp yaralarından kurtulur. Daha sonra eşi Rahime Hatunla birlikte Eyyüp Nebi Köyünde yaşar. Her ikisinin türbesi de bu köyde bulunmaktadır.
Eyyüp Peygamberi görmek için 3 ay yol yürüyen ve çok yakınına geldiği halde göremeden ölen Hz. Elyasa'nın kabri de aynı köydedir. Rivayete göre; IV. Murat Bağdat seferinde iken Eyyüp Nebi Köyünde mola verip bir gece konaklar. Rüyasında birisi kendisine "Kaldığın yer Eyyüp Peygamberin makamıdır. Sabah kalktığında atının kişneyerek ayağını üç defa vurduğu yere bir cami ile türbe yaptır." der.
Yine özellikle yöre halkı tarafından anlatılan başka bir rivayete göre Eyyüp Peygamberin sırtını sürdüğü kutsal bir kaya kütlesi de bu köyde bulunmaktadır. Hz. Eyyüp Peygamberi ziyarete gelenler önce Hz. Elyasa'yı (Hz. Eyyüp, "Beni ziyarete gelenler önce Hz. Elyasa'nın türbesini ziyaret etsin" demiştir.) sonra Hz. Eyyüp'ün türbesini, daha sonra Rahime Hatunu ve en son da sırtını sürdüğü kutsal taşı ziyaret etmektedir.
Şuayb Şehri (Harran): Harran'a 45 km mesafede, bir ören yeri olup mevcut kalıntılar Roma Devrine aittir. Yüzlerce kaya mezarı üzerine kesme taşlardan yapılar inşa edilmiştir. Bu yapıların bazı duvar ve temel kalıntıları günümüze kadar gelebilmiştir. Şuayb şehri harabeleri arasında bir mağara, Şuayb Peygamberin makamı olarak bilinmektedir.
Ulu Cami (Harran): Harran Höyüğünün kuzeydoğu eteğinde yer alan Ulu Cami, 744-750 yıllarında Emevi Hükümdarı II. Mervan tarafından yaptırılmıştır. Ünlü medresesi, hamamı, hastanesi ile bir külliye halinde olduğu tahmin edilmektedir. Anadolu'nun en eski ve en büyük camisi olması bakımından önem arz eden caminin Selçuklu dönemindeki onarımlarından kalma mimari parçaları, taş süsleme sanatının son derece güzel örneklerindendir.
Der-Yakup Kilisesi (Nemrut'un Tahtı-Merkez): Urfa Kalesinin batısında Damlacık sırtlarında kurulmuş olan bu yapının Hıristiyanlık dininin doğuşundan sonra yaptırılan ilk kiliselerden olduğu bilinmektedir. M.S. 38 yılında Hıristiyan olan Süryaniler tarafından kurulmuş olduğu tahmin edilmektedir. Buraya Nemrut'un tahtı da diyenler olduğu gibi Nemrut'un mezarı diyenler de vardır. Halk arasında Apgarın Dağı da denir.
Süryaniler buraya Deyro D'Nalşotho (Ruhların Manastırı) demişlerdir.
Deyr-i Mesih (İsa Kilisesi-Merkez): Bu kilise Tılfındır Mahallesindedir. Hıristiyanlık tarihinin ilk kiliselerinden olup M.S. 38 yılında Süryaniler tarafından yapılmıştır. Evliya Çelebi Hz. İsa'nın Urfa'ya geldiğini ve bu kiliseyi ziyaret ettiğini, bu nedenle buraya Deyr-i Mesih (İsa Kilisesi) denildiğini yazmaktadır.
Harran (Harran): Din ve dilleriyle en eski milletlerden biri sayılan İbraniler, tek tanrıya inanan bir din anlayışını ilk gerçekleştiren kavimdir. Kutsal kitaplarda anlatılan Sami asıllı Yahudi kavmi, Tevrat'a göre Yehova İbranilerini yöneten İbrahim Peygambere "Kabileni al ve baba evini (Ur şehri şimdiki Urfa) bırak, göstereceğim ülkeye git. Orada kavmini büyük bir millet yapacağım." denmiştir. Yine Tevrat'ta "Abram Harran'dan gittiği vakit, 75 yaşında idi" denilmektedir. Hz. İbrahim'in evinin kentin ortasında bulunan höyüğün kuzey eteklerindeki kalıntılar arasında bulunduğu bilim çevrelerince iddia edilmektedir.

Sivas


Ulu Cami (Merkez): İl merkezinde, kendi adı ile anılan mahallededir. Sivas Müzesi'nde bulunan kitabesine göre, 1196-1197 yılında Kızıl Aslan bin İbrahim tarafından yaptırılan bir Selçuklu eseridir. Anadolu'da beylikler döneminde yapılan ilk ulu cami tipinin önemli bir örneğidir. Kesme taştan yapılmış olup, sade bir işçiliği vardır.
Gök Medrese (Merkez): İl merkezinde, Sivas Kalesi'nin güneydoğusundadır. Anadolu Selçuklu Beyliği baş veziri ve "Hayrat Babası" (Ebu'l Hayrat) Sahip Ata Fahreddin Ali tarafından 1271 yılında ve devrin astronomi ilminin okutulduğu medrese olarak yapılmıştır. Taç kapı üzerinde yükselen tuğla örgülü iki minaresindeki mavi çinilerden dolayı Gök Medrese denilmektedir. Plastik sanatın şahaserlerinden olan taç kapıdaki mermer malzeme nedeniyle ışık gölge sistemi belirgindir. Ön cephede yer alan çeşme, pencere, berkitme kuleleri ve iki minaresi taç kapıya daha da önem kazandırmaktadır.
Kale Cami (Merkez): İl merkezindedir. III. Sultan Murat'ın vezirlerinden Sivas valisi Mahmut Paşa tarafından 1580 yılında yaptırılmıştır. Plan tertibi, mimari üslubu, süsleme elemanları ve ince, uzun zarif minaresi ile Sivas'taki Osmanlı dönemi camilerinin en güzelidir.
Çifte Minareli Medrese (Merkez): İl merkezindedir. Dikdörtgen planlı medresenin bugün sadece ön yüzü ve minareleri ayaktadır. İlhanlı veziri Sahip Şemseddin Mehmet Cüveyni tarafından 1271 yılında yaptırılmıştır. Anadolu'daki medreseler içinde en büyük portale sahiptir.
Divriği Ulu Cami ve Darüşşifa (Divriği): Divriği Kalesinin güneyinde yer alan Ulu Cami ve Darüşşifa bitişik yapıdadır. Mengüçoğullarından hükümdar Süleyman Şah oğlu Ahmet Şah tarafından 1228 yılında yaptırılmıştır. Mimari açıdan "Dünya Kültürel Mirasını Koruma" esasları çerçevesinde korumaya alınmıştır. Taş ve ahşap işçiliğinin en kaliteli örnekleri bu camide görülür. Yapı ve süsleme özellikleriyle Anadolu Selçuklu sanatından ayrı özellik gösterir.
Kale Cami (Divriği): Divriği ilçesindedir. 1180 yılında Süleyman Şah oğlu Emir İshak tarafından yaptırılmıştır. Dış görünüşün zenginliğine rağmen içi yalındır.

Siirt

Veysel Karani Türbesi (Baykan): Baykan'ın Ziyaret Beldesinde, Diyarbakır-Bitlis karayolu üzerinde olan Veysel Karani Türbesi, Siirt'e 40 km mesafededir. Yörenin "cas" denilen harcıyla 1901 yılında yapılıp, kubbeyle örtülmüş olan türbe, 1967'de yıktırılmıştır. Yerine yeni bir türbe yaptırılmıştır. Her yıl 16-17 Mayıs günleri Veysel Karani'yi anma günü olarak kutlanmaktadır. Bahar aylarında, özellikle Mayıs ayında yurdun dört bir yanından gelen ziyaretçilerin akınına uğramaktadır.
İbrahim Hakkı Türbesi (Aydınlar): Bir din ve astronomi bilgini olan İbrahim Hakkı'nın en çok sevdiği hocası İsmail Fakirullah için XVIII. yy.da yaptırdığı türbe, Aydınlar ilçe merkezinde (Tillo) bulunmaktadır. Yapı eklerle ve yenileme çalışmalarıyla özgünlüğünü yitirmiştir. Bir tepe üzerine yapılan türbenin asıl özelliği, duvardaki (Kalet-ül Üstad) 40x40 cm boyutlarındaki bir pencereden, her yıl 21 Mart gününün belli bir anında geçen güneş ışınlarının kuledeki prizmadan yansıtılarak İsmail Fakirullah'a ait sandukanın baş tarafını aydınlatmasının sağlanmasıydı. Ancak 1963'deki onarımla yapının bu özelliği ortadan kalkmış ve tüm çabalara karşın bu düzeni yeniden kurmak mümkün olmamıştır.

Niğde


Aladdin Cami (Merkez): Büyük Selçuklu Hükümdarı Sultan Alaaddin Keykubat zamanında, Niğde Sancak Beyi (valisi) olan Ziynettin Beşare tarafından 1223 yılında, il merkezindeki Alaaddin Tepesi üzerine yaptırılmıştır. Selçuklu bezeme sanatının tüm inceliklerini yansıtan cami, özellikle mimari açıdan türünün ilk ve ilginç örneklerinden biridir.
Caminin en zengin kısmı, geleneksel Selçuklu sundurma örneğine göre yapılmış olan portalidir. Doğuya bakan portalin en büyük özelliği güneş ışıklarının belirli bir açıyla, belirli bir saat ve dakikalarda (yalnızca yaz ayları saat 10.00-11.00 civarında), portaldaki taş oymaları üzerinde bıraktığı gölgelerle "Taçlı Kadın Başı" oluşturmasıdır. Cami bu özelliği ile Selçuklu yapıları içinde ayrı bir öneme sahiptir. Taç giymiş ve örgülü saçı olan bu kadın başından dolayı kapıya "Taç kapısı" denir.
Anlatılan efsaneye göre; camiyi yapan usta, zamanın Niğde Sancak Beyinin kızına yani prensese aşık olur. Usta, prensesle hiçbir zaman evlenemeyeceklerinin de bilincindedir. Bir gün ustaya Sancak Beyi tarafından kentte bir cami yaptırılması için emir verilir. Usta ise prensese olan aşkını anlatmak için bir fırsat aramaktadır. Aşkının sonsuza dek süreceği anlamına gelecek şekilde, portalin üzerine prensesin yüz kısmını taşlara mükemmel bir şekilde işler.
Caminin eski kapısı Müzededir. Kapının üzerinde beyaz mermerden yapılmış ters "T" şeklinde bir kitabesi vardır. Kitabede eserin 620 yılında yaptırıldığı yazılıdır.
Hüdavend Hatun Türbesi (Merkez): Niğde il merkezinde olan Türbe, Selçuklu sanatının en nadide eserlerinden biridir. II. Gıyaseddin Keyhüsrev oğlu IV. Rükneddin Kılıçaslan kızı Hüdavend Hatun tarafından 1312 tarihinde yaptırılmıştır.
Pencere üstlerinde insan başlı kuşlar ve çeşitli hayvanlar kabartma olarak oyulmuştur. Bir yerde aslanın yanında ürkek bir ceylan, bir başka yerde kanatlarını açmış çifte başlı bir kartal (Bu kartal Selçukluların sembolüdür.) bulunmaktadır.
Türbe içinde, dantel gibi işlenmiş süsleme ve bezemelerle görkemleşmiş bir portaldan girilir. Türbede 1332 yılında ölen Hüdavend Hatunun mezarı ile yanında iki mezar daha vardır. Sanat değeri tartışılmayan Hüdavend Hatun Türbesi Anadolu'daki en önemli ve görkemli Selçuklu eserlerinden birisidir.
Gündoğdu Türbesi: Niğde il merkezinde Hüdavent Hatun Türbesinin hemen yanındadır. 1344 yılında İlhanlılar Beyliğinden Gündoğdu oğlu Hakkı Bevvap adına inşa edilmiştir.
Sunfur Bey Cami ve Türbesi: Sungurbey Camisi İlhanlılar Devrinde Niğde Valisi bulunan Sungurağa tarafından 1335 tarihinde yaptırılmıştır. Cami 18. yüzyılın ortalarında büyük ölçüde değişikliğe uğramıştır. Eski halinde üçerden iki sıra halinde ayaklarla (sütun) uzunlamasına üç sahna ayrılmakta idi ve yan sahınlar yıldız tonozlarla örtülü olup, orta sahın üzerine pencereli dört kubbe bulunmakta idi. Caminin doğusundaki ana portalde bir çift minare mevcuttu. Yangın sırasında caminin kubbeleri dağılmış, bunları destekleyen ayaklarla birlikte yıkılmıştır. Bugün bu ayakların yerine dört sıra ağaç direkler konulmuş, üzeri alçı ve harçla sıvanmıştır. Caminin üstü ise oluklu kiremitlerden bir çatı ile örtülmüştür.
Caminin doğudaki kapısı sivri (Haç Tonoz) çapraz tonozla örtülmüş ve iki minarenin üst temelleri ile sınırlanmıştır. Kapının cephe kemeri üstünde caminin kitabesi bulunmaktaydı. Bugün yangından dolayı tamamen silinmiştir. Kapının genel görünüşü Erzurum Çifte Minare ve Sivas medreselerinin portallerine benzemektedir. Yangında yapı çatı hizasından yıkılmış olduğundan, bugün eski minarelerin gövdelerinden iz kalmamıştır. Yalnız portaldeki revakın yanındaki kalın üst temelde, minarenin burma merdivenleri korunabilmiştir.
Kuzey duvarının içine yapılmış minareyle dışarı açılan bir mahvel vardı; bugün kapıları örtülmüştür. Caminin güneydoğusunda yerden 3,5 metre yükseklikte altta 8 üstte 16 yüzlü, dışarıdan ve caminin içinden kapısı bulunan bir türbe vardır. Muhtemelen camiyi yaptıran Sungur Ağa için yapılmıştı.;fakat bugün boştur. Türbenin üstü 8 yüzlü bir piramitle örtülüdür. Teknik dekor bakımından iki unsur görülmüştür. Sütun başlıkları korint tarzında olup eskidir. Arka kısmında bir mahfil kısmı vardır. Üst kısmı birbirine yanaşık ağaç kütüklerle örtülmüş olup toprak damlıdır. Kuzeydoğu köşesinde kare planlı bir minaresi vardır. Kitabesinden 1452 tarihinde yapıldığı anlaşılmakta olup, daha sonra Afife Hanım adına biri tamir ettirildiği için, adı Hanım cami olarak bilinir.
Gümüşler Manastırı (Merkez): İl merkezine 9 km, Niğde-Kayseri karayoluna ise 4 km mesafededir.X. yy. Bizans sanatının en güzel örneklerinden olan Kaya Manastırı ayrıca, günümüze kadar en iyi korunmuş eserlerden de biridir. X. yy.a tarihlenen manastırın VIII. yy. - XII. yüzyıllar arasında yapımının devam ettiği konusunda belirtiler vardır. Kilise içinde son derece iyi korunmuş, muhteşem renkli freskler bulunmaktadır. Fresklerde; Hz. İsa'nın doğumu, vaftiz edilmesi, kiliseye takdimi, Havariler ve Hıristiyanlığın ileri gelenlerini gösteren konular işlenmiştir. Apsisin solundaki nişte ise "Gülümseyen Meryem ve Bebek İsa" resmedilmiştir. Bu Anadolu'daki tek gülümseyen Meryem freski olarak belirlenmiştir.